Küçük Prens Kitap İncelemesi
Kitabın konusuna geçmeden önce kısa da olsa yazarımızdan bahsetmek istiyorum. 1900 yılında Fransa’da doğan Antoine de Saint-Exupéry, küçük yaşta babasını kaybettikten sonra çocukluk hayallerinin peşinden giderek pilotluk mesleğini seçmiştir. Pilot olmakla beraber çeşitli eserler kaleme alan yazarımızın Küçük Prens dışında birkaç eseri daha vardır. Küçük Prens’in bir pilotun uçak kazasıyla başlayan maceralarını içermesi bir bakıma yazarın kitaptaki kahramanlar üzerinden kendi hayal dünyasını bizlere aktardığını söylemek de mümkündür. Antoine de Saint 44 yıllık yaşantısının ardından 1944 yılında uçağıyla çıkmış olduğu bir görevde kaybolup kendisinden bir daha haber alınamamıştır.
Küçük Prens, her ne kadar çocuklara yönelik bir eser olduğu düşünülse de aslında yetişkinler tarafından da tercih edilen ve dünyanın en çok satılan eserleri arasında yer alır. Antoine de Saint bu eserde sadece yazmakla yetinmemiş aynı zamanda eserde çeşitli çizimler de gerçekleştirmiştir. Böylece Küçük Prens’in macerasını ele alırken kendi çizdiği resimleri de esere eklemiştir. Dünya genelinde en fazla farklı dile çevrilen üçüncü kitap arasında yer almaktadır. Aynı zamanda Fransa’da 20. Y.Y. en iyi kitabı olarak da seçilmiştir.
Antoine de Saint Küçük Prens eserinde bir pilotun sahra çölünde yaptığı kazada farklı bir gezegenden gelen Küçük bir çocukla tanışmasını ele almaktadır. Kendisinden birazcık büyük olan küçük bir gezegende yaşayan bu Prensin bir çocuk gözüyle gezegenimizdeki insanlara, hayvanlara, bitkilere, doğaya kısaca dünyamıza bakışını ele almaktadır. Sık sık büyüklerle alakalı sorduğu sorularda büyümenin insan karakteri üzerindeki değişimi, masumiyetin insanda zamanla yitirilmesinin realitesinide yüzümüze vurmaktadır.
Küçük Prens’in maceraları dünyamızla kalmayıp kendi gezegeni gibi küçük olan diğer gezegenleri gezmesiyle de sürmektedir. Gezegenindeki gülünü geride bırakarak çıktığı bu gezide Kral, Kendini Beğenmiş Adam, Sarhoş, İş Adamı, Bekçi, Kaşif, Demir Yolu Makasçısı ve Satıcı unvanlarına sahip kişilerin olduğu gezegenlere uğrayarak bu kişilerle arasındaki diyalogları da eserde önümüze çıkarmaktadır. Bu seyahatte diğer gezegenlerdeki kişilerin yalnız başına olmaları ve gezegenlerinin kendileri dışında başka birilerini alamayacak kadar küçük olması aslında bir bakıma içine düştükleri yalnızlık duygusunu da bizlere aktarır.
Kitabın can alıcı kısımları hiç şüphesiz Küçük Prensin bir çocuk masumiyetiyle büyüklere yönelttiği sorular ve onların çocukları anlayamadıklarına dair konuşmaları olmuştur. Küçük bir çocuğun gözünde paranın, mevkiinin, sevgi ve büyümenin neler olduğunu aslında sormuş olduğu soruların cevabında görmek mümkündür. Kitapta en çok hoşuma giden kısım ise kesinlikle Kral ile konuşurken kralın kendisine yönelttiği “…Kendini yargılamayı başarabilirsen gerçek bir bilgesin demektir.” Sözü ve Tilki ile konuşması olmuştur.
Son dönemlerde sosyal medyada popüler hale gelen linç akımının olduğu bir gecede bu kitabı elime alıp Tilkinin Prense yönelttiklerini okumam benim için ayrıca anlamlı olmuştur. Hakkaniyetten, vicdandan, adalet ve merhametten uzak tümüyle kendi düşüncesinin faşizmi olan kişilerin adaletten uzak şekilde sergiledikleri linçler karşısında Tilkinin Küçük Prense söylediği “Gerçeğin mayası gözle görülmez.” Sözü bizlere gerçekleri ve onlara karşı sergilememiz gereken tavırları öğretmektedir. Tilkinin belirtiği bu söz basit görünse de aslında bizim hayatımızın bir prensibi olmalıdır. Zira gerçeğin sinsi bir biçimde manipüle edildiği bu dönemde sadece kendi gözüyle inanmak aslında sadece gerçeğin önündeki duvarı görmeyi sağlar. Gerçek, aslında duvarın arkasını görmekle gerçek olur. Biz de unutmamak adına yeniden “Gerçeğin mayası gözle görülmez.” Diyerek yazımızı sonlandıralım.
Bundan sonrası için kitaptan beğendiğim altı çizili sözleri paylaşacağım. Kitaptan spoiller yemek istemeyenlere tam olarak burada kocaman harflerle DUR! Diyoruz ? İyi okumalar..
Küçük Prens Sözleri
“Yaşam, bize bütün kitapların öğrettiğinden daha çoğunu öğretir. Çünkü yaşam, bize karşı direnir. İnsan, ancak engellerle karşılaşıp onları aşmaya çalıştıkça kendini tanıyabilir,”
Ah, Küçük Prens’im! Senin o üzüntü dolu küçük hayatını yavaş yavaş anladım böylece. Uzun bir süre günbatımındaki tatlılık tek avuntun olmuştu. Bu ayrıntıyı dördüncü gün öğrendim. Ne demiştin bana o sabah?
“Günbatımını çok seviyorum. Hadi gidip bir günbatımı görelim.”
“Ama beklemek gerek…”
“Neyi?”
“Güneşin batışını.”
“Bir gezegen görmüştüm, kırmızı suratlı biri yaşıyordu orada. Bir kerecik olsun çiçek koklamış, hiç yıldız görmemiş, hiç kimseyi sevmemiş. Sayıları toplamaktan başka bir şey yapmamış hayatında. Yine de bütün gün senin gibi “Önemli bir adamım ben! Ciddi bir adamım!” der dururdu. Gururundan yanına varılmazdı. Ama adam değil mantarın tekiydi.”
. Kendine bir uyruk bulduğu için bayağı gururlanmış olan kral:
“Gitme,” dedi. “Gitme. Seni bakan yaparım.”
“Ne bakanı?”
“Şey… Adalet bakanı!”
“Ama burda yargılanacak kimse yok ki!”
“Ne biliyoruz? daha bütün krallığımı dolaşmış değilim. Burada saltanat arabasına yer yok. Yaşlıyım, yürümek yoruyor beni.”
Gezegenin öbür köşesine bir daha göz atmak için başını çeviren Küçük Prens;
“O zaman sen de kendini yargılarsın. En gücü de budur zaten. Kendini yargılamak başkalarını yargılamaktan çok daha güçtür. Kendini yargılamayı başarabilirsen gerçek bir bilgesin demektir.”
Küçük Prens yine konuşmaya başladı;
“İnsanlar nerede? Çölde biraz yalnızlık duyuyor kişi…”
“İnsanların arasında da yalnızlık duyulur.” dedi yılan.
“Ne tuhaf bir gezegen!” diye düşündü Küçük Prens. “Her yer kuru, her yer sivri, her yer sert ve acımasız. İnsanlarda da düş kurabilme gücü hiç yokmuş. Ne söylerseniz onu tekrarlıyorlar. Benim gezegenim de bir çiçeğim vardı, söze ilk o başlardı…”
“Seninle oynayamam, evcil değilim.”
“Evcil ne demek?” dedi Küçük Prens.
“Bağlar kurmak demektir.”
“Bağlar kurmak mı?”
“Evet, sözgelimi sen benim için yüzbinlerce oğlan çocuğundan birisin. Ne senin bana bir gereksinmen var ne de benim sana. Ben de senin için yüz binlerce tilkiden biriyim. Ama beni evcilleştirirsen birbirimize gereksinme duyarız. Sen benim için dünyada bir tane olursun, ben de senin için.”
“Biraz biraz anlıyorum,” dedi Küçük Prens, “bir çiçek var… Galiba beni evcilleştirdi.”
“Evcilleştirmek için ne yapmalıyım?”
“Çok sabırlı olmalısın. Önce benden biraz ötede çimenlerin arasında oturacaksın. Şöyle. Ben seni göz ucuyla süzeceğim, sen ağzını açmayacaksın. Çünkü sözcükler, yanlış anlama kaynağıdır. Her gün biraz daha yanımda oturursun…”
Ertesi gün Küçük Prens yine geldi.
“Hep aynı saatte gelsen daha iyi olur,” dedi tilki.
“sözgelimi öğleden sonra saat dörtte gelecek olsan ben saat üçte mutlu olmaya başlarım. Her geçen dakika mutluluğum artar. Saat dört dedi mi meraktan yerimde duramaz olurum. Mutluluğumun armağanını veririm sana. Ama gelişigüzel gelirsen içimi sana hangi saatte hazırlayacağımı bilemem.”
“Gülünü bunca önemli kılan, uğrunda harcadığın zamandır.”
Küçük Prens unutmamak için tekrarladı : “Uğruna harcadığın zamandır.”
“İnsanlar bu gerçeği unuttular. Ama sen unutmamalısın. Evcilleştirdiğin şeyin sorumlusu her zaman sensin. Gülünden sen sorumlusun.”
Küçük Prens unutmamak için tekrarladı: “Gülümden ben sorumluyum.”
“Dostum tilki,” diye söze başladı.
“Sevgili küçüğüm, tilkinin bu konuyla ne ilgisi var?”
“Neden olmasın?”
“Ama susuzluktan öleceğim nerdeyse.”
Mantığımı kavrayamamıştı.
“İnsan susuzluktan ölecek olsa bile bir dostu olması içini serinletiyor. Sözgelimi ben, bir tilki dostum var diye çok sevinçliyim…”
“İçinde bulunduğum tehlikeyi yeterince anlayamıyor,” dedim kendi kendime, “açlık, susuzluk görmemiş. Birazcık güneş yetiyor ona.”
Bana baktı bir süre, düşüncelerimi okudu:
“Ben de susadım. Bir kuyu arasak…”
Bitkince elimi salladım. Uçsuz bucaksız çölde şansa güvenerek bir kuyu aramak serüven olurdu. Yine de yürüdük.
“Bir yerde bir kuyunun saklı oluşudur çöle güzellik veren.” dedi Küçük Prens
“Sizin dünyada insanlar,” dedi Küçük Prens, “bir bahçede beş bin gül yetiştiriyorlar; yine de aradıklarını bulamıyorlar.”
“Bulamıyorlar.” dedim.
“Oysa aradıkları tek bir gülde, bir damla suda olabilir.”
“Doğru,” dedim.
Küçük Prens ekledi:
“Ama gözler kördür. İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman gerçeği görebilir.”
“Gerçeğin mayası gözle görülmez,” dedi. “Biliyorum.” “Çiçek için de bu böyledir. Bir yıldızda yaşayan çiçeği seversen geceleri gökyüzüne bakmak güzel gelir. Bütün yıldızlar çiçeğe durur.”
“Biliyorum.”
“Herkesin bir yıldızı var ama kimseninki birbirine benzemiyor. Yolcular için pusula, kimileri için ufak tefek bir ışık, bilginler için çözülmesi gereken bir sorudur yıldızlar. Sözünü ettiğim işadamına göre ise altından başka bir şey değildirler. Gelgelelim bütün bu yıldızlar suskundur. Yalnız sen, herkesten ayrı göreceksin onları.”
“Ne demek istiyorsun?”
“Onlardan birinde ben oturuyorum, ben gülüyorum diye geceleri gökyüzüne baktığında sana bütün yıldızlar gülüyormuş gibi gelecek. Gülmeyi bilen yıldızların olacak senin.” Sonra yine güldü.
“Bir gün üzüntün geçince (çünkü zamanla geçmeyecek üzüntü yoktur) beni tanımış olduğuna sevineceksin. Hep dostum olarak kalacaksın. Gülmek isteyeceksin benimle birlikte. Koşup pencereyi açacaksın. Gökyüzüne gülerek baktığını gören dostların şaşacaklar. Onlara diyeceksin ki, ‘Evet, ne olmuş, yıldızlara bakarken gülerim ben!’ Seni deli sanacaklar başına çorap öreceğim bir güzel!”
Yine güldü.
“Sanki sana yıldız yerine gülmeyi bilen bir sürü çan vermişim gibi.”
Yine güldü, sonra ciddileşti.
“Bu gece… Gelme.” “Seni bırakmam,” dedim. “Acı çektiğimi sanacaksın. Ölüyormuşum gibi gelecek. Bu işler böyle. Görme, daha iyi. Zaten değmez.”
“Seni bırakmam.”
Kaygılanmıştı.
“Yılan gelecek ama. Seni sokmasın. Yılanlar kötü yaratıklardır. Üstelik benim yılan eğlence olsun diye sokabilir.”
“Bırakmam seni.”
Birden içi rahatladı.
“Neyse ki ikinci kez sokacak zehirleri kalmaz yılanların.”
O gece yola çıkışını göremedim. Sessizce sıvışmıştı. Yetiştiğimde, çabuk ve kararlı adımlarla yürüyordu.
“Geldin mi?” demekle yetindi.
Elimi tuttu. Hâlâ kaygılar içindeydi.
“Gelmekle iyi etmedin. Acı çekeceksin. Ölmüş görüneceğim, gerçekte ölmeyeceğim oysa.”
Susuyordum.
“Anlıyorsun değil mi? Yol uzun. Bu bedeni taşıyamam. Çok ağır.”
Dönüşümde rastladığım dostlar beni sapasağlam gördüklerine sevindiler. Kederliydim ama onlara “Yorgunum” dedim.