İlk olan ne varsa her zaman zor olmuştur. Blog sayfamın ilk yazısı da muhtemelen beni zorlayacak. Nereden başlamalı, ne demeli bilemiyorum fakat öncellikle neden bir blog açtığım hakkında konuşabiliriz.
Beni tanıyanlar bu tür yeniliklere uzak olmadığımı ve sosyal medya sitelerinden önce de forum ve bloglarla haşır neşir olduğumu bilirler. Facebook ve Twitter gibi sitelerin henüz aktif olmadığı dönemlerde dahi “davetyolu”, “ümmetizbiz” gibi forum sayfalarında takılıp bloglardaki yazıları okuyarak nefes alıyordum. Bloglar, bana geçmişten beri başkasının günlüğünü okumak gibi geliyor. Yıllardır sevdiğim blogları takip ediyor olmam ve ayrıca sosyal medyanın getirdiği bıkkınlıktan dolayı, içinde bulunduğum ruh halinden de sıyrılmak için yenien blog açmaya karar verdim.
2020’nin gelişine nispet midir bilemiyorum fakat hayatımın tüm yıllarını son iki yılımla kıyasladığımda iki yıl, yirmi küsür yıldan daha ağır, uzun ve meşakkatli geçiyor ki muhtemelen çoğu kişi için de durum böyledir. Herkes bu hayatta iyi-kötü bir şeyler yaşar ve yaşadıklarından sonra muhakkak bir ferahlık bulur. Biz de uzun bir fetret devrinde tıkanmışız gibi zorluktan sonra gelen kolaylığı gözlüyoruz aylardır…
Geçenlerde Twitter’da “İnsan 23 yaşına kadar ölmeden hayatta kalmayı başarırsa geride kaldığı her günü ölerek geçirir…” diye bir şeyler yazmıştım. Gerçekten de son yıllarda bunu iliklerime kadar deneyimledim. Şu an hayatı tefekkür edince 23’ten sonrasının ölüm olduğu kanısına varıyorum. Özellikle üniversitenin bitiminden sonra kişi, geçmişin pişmanlığı ve geleceğin belirsizliği karşısında büyük bir buhranın içinde buluyor kendisini. Hele hele bu buhran içinde bir de Muş’ta yaşıyorsanız nur topu gibi bir bunalım ve delilik kaçınılmaz oluyor.
Tüm bunların içinde nefes aldığımız bir Hiramız, kitaplarımız ve kısmen de olsa saçmalıklarımızla ağlama duvarına dönüştürdüğümüz Twitter’ımız var fakat sosyal medyanın son dönemlerde leş olmasından ötürü oraya yazacak bir şey bulamıyorum. Bu sebeple yazma işlemini dijital olarak blog üzerinden devam ettirmeye çalışacağım. Aslında blog açmaya da gerek yoktu fakat içimizdeki yangını söndürecek tek şeyin yazmak olduğuna inanıyorum. Zira Sait Faik Abasıyanık’ın şu sözleri gibi biz de rahatlığı ve huzuru ancak yazmakta buluyoruz:
“Söz vermiştim kendi kendime: yazı bile yazmayacaktım. yazı yazmak da bir hırstan başka neydi? burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. hırs, hiddet neme gerekti? yapamadım. koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. oturdum. adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. kalemi yonttum. yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.“
Bu münasebetle elimden geldiğince bu sitede aforizmalar, günlük olaylar, şiirler, makaleler, yazılım, tasarım. vs. gibi güzelliğine ve kalitesine bakmadan sadece içimdekileri dökmek için bir şeyler yazıp çizeceğim. Bununla beraber sevdiğim alıntılara ve sizden gelecek yazılara da Alıntı kategorisinde zaman zaman yer vereceğim. Hayatıma yeni sürprizler girmezse blogu aktif kullanmayı, hatta edebiyat dışında yazılım üzerine de çalışıp bu alanda öğrendiklerimi paylaşmayı düşünüyorum. Gayret bizden başarı Allah’tan diyerek vira bismillah diyoruz…